Hey gidi günler hey!

Gazeteciliğe başladığım ilk günleri düşünüyorum da bazen…

Cep telefonu yok…

Faks yok…

İnternetin ne demek olduğunu zaten bilmiyoruz bile…

Bırakın bunları, şehirlerarası telefon görüşmesi yapabilmek için bazen 1, bazen 2 saat beklemek zorundasınız…

Akşam Gazetesi’nin ilk çıktığı günden itibaren yıllarca muhabirliğini yapmıştım…

Habere gittikten sonra öncelikle çektiğimiz fotoğrafları fotoğrafçıya bastırmaya bırakırdık…

Sonra ofise gelip (F) klavye daktiloda haberi yazardık…

Bir dosya kâğıdına yazdığımız o haber ile fotoğrafı bir zarfa koyup koşa koşa şehirlerarası otobüs terminaline gider, o yıllarda Ereğli’nin hamallığını yapan Üstün Erçelik firmasının İstanbul otobüsüne verirdik…

Sonra gazete merkezini aramak için PTT’ye ödemeli kayıt yaptırırdık…

Bekle Allah bekle!

Artık kaç saat sonra bağlanır belli değil…

Telefon bağlandıktan sonra otobüsün saatini ve plakasını merkeze verip, sabah terminalden almalarını sağlardık…

En taze haber 2 veya 3 gün sonra yer alabilirdi gazetede…

Her şeye rağmen güzel günlerdi, zevkli zamanlardı…

Şimdi öyle mi?

En küçük maddi hasarlı trafik kazası bile 3 dakika içerisinde tüm dünyaya ulaşabiliyor…

Haber toplamak da, bulmak da çok kolaylaştı…

Sosyal medyayı takip ettin mi iş tamamdır…

O yıllarda bir elin beş parmağını geçmezdi gazeteci sayısı…

Gazeteci olmak da öyle kolay değildi yani…

Her önüne gelen gazeteci yapılmazdı, olamazdı…

Öncelikle gazeteci olacak kişinin ne kadar dürüst olup olmadığına bakılırdı…

Dürüst olan ekmek yerdi bu işten…

İlan, reklam veren bile, reklam verdiği gazetenin ve personelinin bu özelliklerine dikkat ederdi…

Şimdilerde ise tam tersi!

Dürüst olan, efendi olan aç kalıyor!

Çirkef olacaksın, tehdit-şantaj işlerine gireceksin!

Özel hayatı ön plana çıkartacaksın!

Dolayısıyla reklam veren de “Bana bulaşmasın” diye düşünüp verip kurtulacak!

Arkandan da ana avrat sövecek!

Bir anımı anlatmak istiyorum…

Zonguldak merkezli yayın yapan bir gazeteye Ereğli’de bir işadamı bir başka iş adamı aleyhinde haber yaptırmış. O haberi bana göstererek, “Bu haberin Ereğli gazetelerinde yayınlanması çok önemli benim için. Aynısını yayınla sana yarın istediğin arabayı alayım” demiş ve yanındakileri de kefil yapmıştı…

O yıllarda Önder Gazetesinde çalışıyorum…

Yıl 1993…

“Olur” dedim. “Ben bu haberi yaparım patronda beni işten atar. Olsun önemli değil, bir araba sahibi olmuş olurum” cevabını verdim.

İşadamı heyecanlandı!

“Ancaaak! İşten atmayla bırakmaz arkamdan anama küfreder! Kusura bakma ben anama sövdüremem” cevabını verince şok olmuştu!

Düşünün hele bu teklif bugünlerde bazı sözüm ona gazetecilere gelecek!

İşte bu yüzden bu meslekten ev alamadım, araba alamadım, arsa alamadım…

Varsın bunlar eksik olsun…

Ama arkamdan kimseye de sövdürmedim…

Sanırım konuyu dağıttım…

Dostlar; Mesleğin ne zorluklarından geldik…

Gazete merkezinde, gazete kâğıtlarının üzerinde yatarak sabahladığımızı unutamıyorum…

Gazeteye bir fotoğraf girebilmek için saatlerce karanlık odada fotoğraf bastığım günleri unutamıyorum…

Bir habere iki günümü, hatta 3 günümü verdiğim yıllarımı anımsıyorum…

Zevkli günlerdi…

Ama artık dostlarımın bana GAZETECİ gözüyle bakmasından rahatsız olur hale geldim!

Bu mesleği bu hale düşürenlere lanet olsun…

YORUM EKLE